ANASAYFA / Genel / CUMHURBAŞKANLIĞI SOSYAL POLİTİKALAR KURULU’NA RAPOR SUNDUK
CUMHURBAŞKANLIĞI SOSYAL POLİTİKALAR KURULU’NA RAPOR SUNDUK
ÖZ ORMAN-İŞ BASIN MÜŞAVİRLİĞİ - 18.07.2019 00:00

CUMHURBAŞKANLIĞI SOSYAL POLİTİKALAR KURULU’NA RAPOR SUNDUK

18.07.2019 00:00

Öz Orman-İş Sendikası tarafından hazırlanan 'Tarım, Ormancılık, İstihdam ve Kırsal Kalkınma Raporu',  Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu'na sunuldu. Öz Orman-İş Genel Başkanı Settar Aslan, Prof. Dr. Vedat Bilgin başkanlığında toplanan Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu'na sözkonusu raporu takdim ederek, kapsamlı bir sunum yaptı.

Öz Orman-İş raporunda Türkiye'nin ormancılık ve tarım sektörünün genel durumu, imkânları, sorunları ve beklentileri dile getirilerek, hem sektörün hem de kırsal nüfusun kalkındırılması için atılması gereken adımlara ilişkin öneriler sıralandı.

Settar Aslan, Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu'nun Başkanvekili Prof. Dr. Vedat Bilgin ve üyeler Prof. Dr. Vedat Işıkhan, Dr. Murat Yılmaz ve Dr. İbrahim Altan ile kurul uzmanlarının hazır bulunduğu 18 Temmuz 2019 tarihli toplantısında, Öz Orman-İş raporunu sunduktan sonra, kurul üyelerinin konuya ilişkin sorularını da cevaplandırdı. Sunum toplantısına Öz Orman-İş Genel Malî Sekreteri Halil Turan, Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Çetin, Basın Müşaviri Nihat Kaşıkcı, Özel Kalem Müdürü Serkan Köksal ve Basın Müşaviri Yardımcısı Gazi Dilmen de katıldı.

Genel Başkan Settar Aslan'ın sunum konuşması şöyle:

"Tarım, Ormancılık, İstihdam ve Kırsal Kalkınma Raporu başlığı altında hazırladığımız ayrıntılı çalışmamızı, sizlere dosya halinde takdim etmiş bulunuyoruz.

Değerli zamanınızı israf etmemek adına, yaptığımız çalışmanın özeti sayabileceğimiz bir sunum yapmak istiyorum.

Türkiye, önemli bir tarım ülkesidir. Aynı zamanda, 22.7 milyon hektar orman varlığına sahiptir. Bu alan, ülkemiz yüzölçümünün yüzde 28'ine denk gelmektedir.

Başkanı bulunduğum Öz Orman-İş, hem Orman Genel Müdürlüğü, hem de Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan 20 bini aşkın işçimizin yetkili sendikasıdır.

Tarım ve ormancılık meselesi, aynı zamanda Türkiye'nin 'kırsal kalkınma' meselesidir.

İzninizle, kırsal kalkınma meselesine, faaliyet gösterdiğimiz işkolunun penceresinden göründüğü kadarıyla değinmek istiyorum.

Bugün Türkiye'nin 22 bin 847 orman köyü bulunmaktadır. Bu köylerimizin barındırdığı nüfus ise 6 milyon 800 bin kadardır.

Kırsalda 'kalkındırılamayan' nüfusumuz, ekmeğini kentlerde aramak zorunda kalmaktadır.

Bu yüzden köylerimiz boşalıyor, vatan coğrafyasının bazı bölümleri ıssızlaşıyor, tarım alanlarının bir kısmı atıl duruma düşüyor.

Göç alan şehirlerimiz, ciddi sorunlarla yüzleşmek zorunda kalıyor.

Meselenin ekonomik faturaları yanında, sosyo-kültürel, hatta insan sağlığı ve psikolojisine dair etkileriyle de karşı karşıya geliyoruz.

Türkiye'nin 'kırsal kalkınma', 'tarımsal gelişme', 'düzenli kentleşme' ve 'istihdam' gibi temel meseleleri, tarım ve ormancılıkla doğrudan ilişkili konulardır.

Ve maalesef, bu konulara dair ciddi araştırmalar ve bu araştırmalara dayanan yeterli ve somut öneriler bulunduğunu söylemek kolay değildir.

Ormancılık ve tarım sektöründe çalışan binlerce emekçinin temsilcisi bir kuruluşuz.

Bu kimliğimizle, uzun yıllara dayanan saha deneyimlerimizi ve gözlemlerimizi, bu çalışmamıza yansıtmaya gayret ettik.

Ormanlar, her ülke için vazgeçilemeyecek kadar önemli ekonomik, kültürel ve çevresel fonksiyonlara sahip bir zenginlik kaynağıdır.

Orman alanlarımızın yarıya yakını verimsiz ve bozuk ormandır ve iyileştirilmeye ihtiyacı vardır.

Ormanlarımızdan yılda, 4 milyon metreküp tomruk, 5.3 milyon metreküp sanayi odunu ve

7 milyon ster yakacak odun sağlanmaktadır.

Buna karşılık her yıl, 20 milyon metreküp orman varlığımız, yangınlarda yok olmaktadır.

Yılda ortalama, 2.500-3.500 arasında orman yağını meydana gelmekte yangınlarda yıllık ortalama 10 bin 112 hektar ormanlık alan yanmaktadır.

Orman Teşkilatımız, orman yangınlarının yanısıra, her yıl, 3.000 civarında anız, köy, ahır vs. yangınına da müdahale etmektedir.

Türkiye, son 19 yıldır, dünyada orman varlığını arttıran nadir ülkelerden biridir.

Milyonlarca insanımız, orman köylerinde veya orman bitişiği köylerde yaşamaktadır.

Ormancılık doğal şartlarda, açık arazide yapılan bir faaliyettir.

Dolayısıyla dış etkilere ve risklere açıktır.

Ormanlara sadece ekonomik bir kaynak olarak bakılamaz.

Ormanların temiz hava, toplum sağlığı, hayatı zenginleştiren ve güzelleştiren estetik değeri, turizm ve hizmet sektörü potansiyeli de dikkate alınmalıdır.

Ormancılıkta üretilen mal ve hizmetlerin, diğer sektörleri harekete geçirme ve geliştirme etkisi, pek çok sektörden daha fazladır.

Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın Ocak 2019 verilerine göre

Türkiye'de Tarım, Ormancılık, Avcılık ve Balıkçılık İşkolunda çalışan kayıtlı işçi sayısı, toplam 139.557'dir. Sendikalaşma oranı ise yüzde 24.36'dır.

Sendikalı işçilerin tamamına yakını, kamu işletmelerinde çalışan işçilerdir.

İşkolumuz, doğası gereği 'kuraldışı çalışmaya' yatkın olduğundan, emeğin hakkını aramada, sendikanın ne ölçüde önemli ve değerli olduğu açıktır.

Dolayısıyla, sendikal örgütlenmeyi kolaylaştıracak ve teşvik edecek yasal ve idarî düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Sektördeki işletmelerin % 88'i küçük işletme olup, iş sağlığı ve güvenliği açısından risk oranı yüksektir.

Ormancılık sektöründe işçiler, tam zamanlı ve mevsimlik/geçici işçi olmak üzere iki farklı şekilde çalışmaktadır.

ILO standartlarına göre tarım ve ormancılık faaliyetleri, Ɖ-D', yani kirli, zor ve tehlikeli işler sınıfına girmektedir.

Sektörde kayıtdışı işçiliğin yaygın, ücretli işçiliğin az olması yanında, mevsimlik işçilik de birçok olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.

Tarımdaki kayıtlı işçilerimizin 17 bin kadarı Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde istihdam edilmektedir.

Raporumuzun tablolarında görüleceği üzere Orman Genel Müdürlüğü personel sayılarında ciddi dengesizlikler vardır. Kurum işçi sayısı, her geçen yıl yaklaşık 800 kişi azalmaktadır.

Arazi çalışması ağırlıklı bir kurum olmasına rağmen, her bir memura karşılık, yalnızca 1 işçi çalışmaktadır.

Kurumda 17 bin 300 kadar memura karşılık, 9 bin 56'sı kadrolu, 8.200'ü geçici olmak üzere, 17 bin 256 işçi mevcuttur.

Orman Genel Müdürlüğü'nün makine parkında 2.913 adet hizmet vasıtası, 3.335 adet iş ve koruma makinesi ve

1.066 adet üretim makinesi olmak üzere, toplam 7.314 adet araç bulunmaktadır.

Halihazırda 13.705 olması gereken şoför ve operatör sayısı, ne yazık ki sadece 2.610 kişidir.

Yangın arazözlerinde, bir şoför ve 4 personel görevlendirilmesi gerekirken, işçi azlığı sebebiyle, çoğu zaman bu araçlarda şoför dışında bir veya iki personel görev yapmaktadır.

İşçi yetersizliği yüzünden, bu araçlar nizami ve verimli kullanılamamaktadır.

Kurumda norm kadro uygulaması olmadığından, emeklilik ve diğer sebeplerle ayrılan daimi işçilerin yerine, Hazine ve Maliye Bakanlığı vizesiyle, geçici işçi alınabilmektedir.

Ancak bu konuda, sektörü tanımayan Hazine ve Maliye Bürokrasisinin ciddi engellemeler çıkardığını söylemek zorundayız.

Ormancılıkta yılın 12 ayı yapılması zorunlu işler olmasına karşılık, orman işçiliğinin 'geçici' olarak görülmesi, yanlış bir yaklaşımdır.

Doğru olan, Orman Teşkilatımızda norm kadro uygulamasına geçilmesi ve tüm işçilerin kadrolu ve daimi istihdam edilmesidir.

12.7 milyon hektarlık verimli orman sahasında odun ve odundışı ürün üretilmesi ayrıca,

10 milyon hektarlık bozuk-verimsiz alanda ise ıslah çalışmaları yapılması gereklidir.

Yanan orman alanlarını yeniden ağaçlandıracak, milyonlarca fidan yetiştirecek, yangınlarla ve orman zararlıları ile mücadele edecek, endemik bitkileri koruyup, geliştirecek ve ekonomiye kazandıracak işçi ihtiyacı da ortadadır.

 

Oysa OGM'nin sahada çalışan işçi sayısı, 10 bin rakamının bile altındadır.

Başka bir ifadeyle tüm bu ağır hizmetleri yürütürken, her bir işçimiz, 22 milyon 620 bin metrekare orman alanından sorumlu bulunmaktadır.

Ayrıca, işçi yetersizliğinden dolayı 1050 yangın ilk müdahale ekibi ve 776 yangın gözetleme kulesinde çalışan işçilerimiz, haftada 6 gün ve 24 saat esasına göre çalışmaktadır.

Oysa olması gereken, bu işlerde ikili vardiyaya geçilmesi ve günlük 12 saat mesaidir.

Geçtiğimiz 10 Temmuz'da çıkan Dalaman yangınında, 500 hektardan fazla ormanımız kül oldu.

Dalaman yangınına müdahalede, bölge ve civardaki ekiplerimiz yetersiz kaldı.

Bunun üzerine Antalya, Denizli, Isparta, İzmir, Konya, Çanakkale, Balıkesir, Adapazarı, Zonguldak, Ankara ve Amasya'dan toplam 93 arazöz ve 300 kadar yangın işçisi Dalaman'a sevk edildi.

Orman yangınlarıyla mücadele, mevcut personelin büyük fedakârlıkları, canla-başla çalışmaları sayesinde, başarılı şekilde yürütülebilmektedir.

Yangın mücadelesinde verilen 113 şehidimiz de, bu candan mücadelenin acı bir ifadesidir.

Ormanlarımızın korunması, bakımı ve geliştirilmesi için, bugün itibarıyla en az 15 bin ilave işçiye ihtiyaç bulunmaktadır.

 

Orman Genel Müdürlüğü işçilerimizin muhatap olduğu bir diğer önemli sorun, yangın müdahale araçlarına kasko sigortası yapılmamasıdır.

Olağandışı şartlarda yürütülen bu hizmet sırasında, arazide geçerli olmayan genel trafik kurallarına göre yapılan 'hata değerlendirmeleri', çoğu zaman o araçları kullanan işçilerimizi mağdur etmektedir.

Bu araçlar, belediye itfaiye araçları ve 112 acil cankurtaranlarında olduğu gibi, kasko kapsamına alınmalıdır.

 

Türkiye, sadece endüstriyel odun arz açığını karşılamak için, yılda 1.3 milyon metreküplük ithalat yapmaktadır.

Kâğıt, kâğıt hamuru, karton, yonga, palet ve mobilya ile ormandan elde edilen gıda ürünleri dâhil, yılda yaklaşık 5 milyar dolarlık orman ürünleri ithal etmekteyiz.

Oysa bu üretimleri ormanlarımızdan karşılayabileceğimiz gibi, yıllık 16 milyar liralık bir ihracat potansiyelimiz de vardır.

Bu potansiyeli kullanabilmek için, ilave yatırımlarla, 100 bin kişilik yeni istihdam oluşturmalıyız.

Ormanlarımız ve ormancılığımız

  • Faaliyetlerin yeniden düzenlenmesi,
  • Ormanlardan verimli şekilde yararlanacak bir yapılanma ve
  • Yeterli sayıda işçi istihdamı gibi tedbirlerle, kırsal kalkınmanın motor gücü haline getirilebilir.

Takdimimin bu bölümünde, ülkemiz tarımına ve bunun kırsal kalkınma boyutuna ilişkin görüş ve önerilerimizi arz etmek istiyorum.

Ülkemiz, birim alandaki verime ilişkin sorunlar bir yana, toplam tarımsal üretimde Avrupa birincisi ve dünya yedincisidir.

Kabaca söylemek gerekirse Türkiye, geleneksel 'geçimlik' tarımdan 'çiftçiliğe' geçmeyi başarmış ve 'endüstriyel tarıma' geçme aşamasına gelmiştir.

Buna paralel olarak, tarımda istihdam edilen nüfus giderek azalmakta ve şehirleşme hızlanmaktadır.

Tarımı konuşurken, bugün dünyadaki sağlıklı ve yeterli gıda güvenliği meselesinin, ülkeler için stratejik bir konu haline geldiğini unutmamak gerekiyor.

Dünyadaki nüfus artışına karşılık, tarım alanlarının daralması, üretimi tehdit eden bir unsur olmaktadır.

Buna karşılık, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, tarımdaki verimliliği ve üretimi artırmaktadır.

Geçmiş dönemlerdeki, sanayi ve hizmet sektörü karşısında tarımı önemsiz gören anlayışlar, artık geride kalmıştır.

Gelişmiş ülkeler, sanayi kadar tarımda da söz sahibi ülkelerdir.

Türkiye tarımsal üretimde kendine yetebilen az sayıdaki ülkelerden biri olduğu gibi, aynı zamanda tarım ihracatçısı bir ülkedir.

Türk tarım sektörü bugün 82.5 milyon nüfusumuzun yanısıra, 4 milyonu aşkın mülteci ve 46 milyon turistin gıda ihtiyacını karşılayan dev bir sektördür.

1940 yılında 14 milyon 800 bin hektar olan tarım alanımız, 2001 yılında 26.4 milyon hektara ulaşmış son 10 yılda ise tarım arazilerimiz yüzde 8.2 azalarak, 23 milyon 763 bin hektara gerilemiştir.

Ekili ve dikili alanın % 82'sinde kuru tarım, % 18'inde sulu tarım yapılmaktadır.

Mart 2019 itibariyle, tarımdaki % 17.3'lük istihdama karşılık, tarımın gayrisafi millî hâsıladan aldığı pay % 6 civarındadır.

Bu durum, tarımdan geçinen nüfusun, millî gelirden aldığı payın azlığına işaret etmektedir.

2018 yılında Türkiye, 22 milyar 645 milyon dolarlık tarım ürünleri ihracatı gerçekleştirmiştir.

Bu rakam, toplam ihracatın yüzde 13.5'ine denk gelmektedir.

Türk tarımının temel sorunlardan biri, işletme başına düşen arazilerin azlığı ve parsellerin bölünmüşlüğüdür.

İkinci önemli sorun yanlış gübre ve ilaç kullanımına bağlı kimyasal kirlenme, erozyon, aşırı sulamaya bağlı tuzlanma ve yanlış toprak işleme gibi nedenlerle, toprağın niteliğini kaybetmesidir.

Üçüncü önemli sorun kentleşme, sanayileşme, konut yapımı gibi nedenlerle, arazilerin tarım dışı amaçlarla kullanılmasıyla, ekili alanların daralmasıdır.

Ülkemizdeki tarım arazilerinin küçük ve parçalı yapısı verimliliği azaltırken, yatırım yapılmasını ve endüstriyel tarıma geçişi zorlaştırmaktadır.

Bugün ülkemizde 3 milyon çiftçi ailesi, 30 milyon parselde tarım yapıyor.

Bir çiftçi ailesi ortalama 59 dekar toprağa sahip ki bu alan da 10 parselden oluşuyor.

Oysa işletme başına arazi büyüklüğü ABD'de 1.820 dekar, İngiltere'de 538 dekar, Fransa'da 521 dekar, Almanya'da 457 dekar ve İspanya'da 238 dekardır.

Türkiye'nin, hem işletme başına düşen tarım alanını büyütmesi, hem de parçalanan parselleri yeniden bütünleştirmesi, acil bir ihtiyaçtır.

Nitekim devletimiz, 2005 yılında çıkarılan 'Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu' ile ilk kez 'Bölünemez Parsel Büyüklüğü' belirlemiştir.

Ayrıca, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına engel olacak tedbirler getirilmiştir.

2014'te çıkarılan yasal düzenlemeyle de tarım arazilerinde bölünmeyi önleyecek alternatifli düzenlemeler getirildi.

Diğer taraftan 1961'den 2003 yılına kadar 450 bin hektar arazi toplulaştırılmışken, 2003-2014 döneminde 6 milyon hektar arazide toplulaştırma tamamlandı.

Toplulaştırmaya uygun olan 14.2 milyon hektarlık tarım arazilerinin 8.5 milyon hektarının 2023 yılına kadar toplulaştırılması planlanmaktadır.

Atılan adımlar umut verici olmakla birlikte, sürecin hızlandırılması ve arazi toplulaştırmanın bir an önce tamamlanması gerekmektedir.

 

Tarımsal üretimin diğer önemli ayağını, hayvancılık oluşturmaktadır.

Türkiye'de hayvancılık üretiminin toplam tarım üretimi içindeki payı % 25 civarındadır.

2002 yılında ülkemizin, sığır mevcudu 9.9 milyon, koyun mevcudu 25.2 milyon ve keçi mevcudu 6.8 milyon idi.

2017 yılı itibarıyla sığır mevcudu 16.1 milyona, koyun mevcudu 33.7 milyona ve keçi mevcudu da 10.6 milyona yükseldi.

Hayvan sayısındaki bu artışa ilave olarak, havan varlığının niteliğinde de önemli ilerlemeler sağlandı.

Esasen Türkiye, 35 yıldır devam eden terör yüzünden, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yayılıma dayalı hayvancılık imkânlarını kullanamadı.

Bu olumsuzluğa karşılık, artan refah düzeyinden dolayı, 2002 yılından bu yana,

kişi başına yıllık kırmızı et tüketimi 6 kilogramdan 15 kilograma çıktı.

Son 17 yıldaki nüfus artışı, mülteci nüfus ve turist sayısı artışı gibi sebeplerin de etkisiyle, Türkiye'nin kırmızı et ithalatı kaçınılmaz hale gelmiştir.

Türkiye'nin, terörden temizlenen bölgelerdeki hayvancılık potansiyelini hızla harekete geçirecek tedbirler alması gerekmektedir.

Burada yakalanacak gelişme, hem hayvancılığımızı hızla ilerletecek, hem bölgedeki millî geliri yükseltecek, hem de kırsaldan kentlere göç olgusunu tersine döndürecektir.

Hayvancılığımızı geliştirmede dikkate alınması gereken temel yaklaşım bir yandan aile temelli küçük işletmecilikte verimliliği artıracak, diğer yandan da endüstriyel tip büyük işletmeleri özendirecek tedbirler almak olmalıdır.

Aile tipi küçük işletmeler yaygınlaştırılıp, sözleşmeli çiftçilikle desteklenmelidir.

Özellikle küçük yerleşim yerlerindeki yerel yönetimler, Organize Hayvancılık Bölgeleri kurmada öncülük edebilir.

Küçük işletmeler, kooperatif çatısı altında örgütlenerek, bu Organize Hayvancılık Bölgelerinde verimli üreticilik yapabilir.

Bu tarz mikro uygulamalar, istihdamı ve kırsal kalkınmayı destekleyici etki yapacaktır.

Büyük işletmelerin çoğalıp yaygınlaşması ise üretim ve verimliliği artıracaktır.

Türkiye'nin, hayvancılıkta her iki modeli aynı anda yürütecek bir yaklaşıma ihtiyacı bulunmaktadır.

Türkiye'de son yıllarda kanatlı hayvan üretiminde de önemli ilerlemeler sağlanmış, et ve yumurta üretim ve ihracatında büyük mesafe alınmıştır.

2018 itibarıyla Türkiye'deki tavukçuluk işletmesi sayısı 1.080'e, kümes sayısı 3.211'e ve tavuk varlığı sayısı da 127 milyon 372 bine ulaşmıştır.

Ticarî yumurta üretimi ise, 2018 itibarıyla 22.3 milyar adete yükselmiştir.

2006 yılında kişi başına 114 adet olan yıllık yumurta üretimi, 2018'de 294'e çıkmıştır.
Et tavuğu sayısı ise 2018 itibarıyla 229 milyon 507 bin adeti bulmuştur.

Hindi eti üretimi 1990 yılında 500 ton iken 2017'de 54.700 tona çıktı. 2025 yılı için hedeflenen üretim ise, 120 bin ton.
2006 yılında 18.9 milyon dolar olan tavuk yumurtası ihracatı, 2018 yılında 430,7 milyon dolara yükselmiştir.
Türkiye 2016'da 1 milyon 879 bin ton tavuk eti üretmiş, bunun 314 bin 402 tonunu ihraç etmiştir. Buna karşılık 2016'daki tavuk eti ithalatı ise, sadece 85 tondur.

Rakamlar Türkiye'nin beyaz et üretiminde iyi bir yerde olduğunu, iç tüketimi karşılamanın yanında, net ihracatçı konuma geldiğini göstermektedir. 

 

Elbette, tarımın önemli bir boyutunu istihdam oluşturmaktadır.

Tarımda istihdam konusu, sadece işsizlikle mücadele çabası değil aynı zamanda bir yoksullukla mücadeledir.

TÜİK verilerine göre, tarımsal istihdam, Nisan 2019 itibarıyla 4 milyon 976 bine inmiştir.

Kentleşmeye paralel, tarımdaki istihdam azalmakla birlikte, işsizlik üzerindeki olumlu etkisi sürmektedir.

Nisan 2019'da, tarım dışında yüzde 15 olan işsizlik oranı, tarımsal istihdamla 2 puan aşağıya çekilerek, dengelenmiştir.

Tarımsal istihdam ücretsiz aile işçiliği, kendi hesabına çalışma ve ücretli işçilik şeklinde, üç başlık altında toplanabilir.

Çalışma sürelerine göre tarımsal istihdam daimi işçilik ve geçici/mevsimlik işçilik olarak ikiye ayrılmaktadır.

Tarımdaki gezici mevsimlik işçilerin çalışma şartları son derece olumsuz deyim yerindeyse, tam anlamıyla trajiktir.

İnşaat ve madencilikten sonra, en fazla iş kazası tarım sektöründe görülmektedir.

Çalışma süreleri daha uzun olup genellikle gün doğumundan gün batımına kadar sürmektedir.

Tarım işkolu işçilerin çoğunlukla vasıfsız, sanayi işçilerine göre daha eğitimsiz, özellikle aile işletmelerinde kadınların ağırlıkta olduğu bir işkoludur.

Tarım sektörü, kayıtdışı işçiliğin en yüksek olduğu sektörlerden biridir.

Aynı şekilde, sendikalaşma oranının da en düşük olduğu sektörlerdendir.

Kamu işyerlerinde çalışanlar hariç, tarım işçilerinin ücretleri son derece düşüktür.

Aynı zamanda tarım işletmelerinde, diğer sektörlere kıyasla kârlılık daha azdır.

Kırsal alanda yaşayanların, tarım dışı istihdam olanakları sınırlıdır.

Özetlemek gerekirse

  • Tarımdaki kayıtdışılık,
  • İşletme ölçeklerinin küçüklüğü ve dağınıklığı,
  • İşçi ve işverenlerin eğitim seviyesinin düşüklüğü gibi nedenler, tarım sektöründeki her türlü iyileştirme uygulamalarını olumsuz etkilemektedir.

Bu yapısal sorunlara ilave olarak çiftçi örgütlerinin tarımsal ürünleri pazarlamada yetersiz ve etkisiz kalması, tarımdan geçinenlerin gelirlerini baskı altında tutmaktadır.

Tarımsal ürünleri daha kolay pazarlamak amacıyla oluşturulan haller, maalesef birer mafya yapılanmasına dönüşmüş üreticinin emeğini sömüren unsur haline gelmiştir.

Büyük zincir marketlerin, üreticiden çok ucuza kapattıkları tarımsal ürünleri, bazen 10-20 misli fiyata satmaları, artık sıradan bir 'serbest ticaret' uygulamasına dönüşmüştür.

Üreticiden tüketiciye ulaşmadaki değer üretmeyen unsurlar, giderek tarımsal faaliyetleri 'kâr etmeyen boş uğraşı' haline dönüştürmektedir.

Türkiye, tarım sektörü üzerindeki bu sömürü düzenini ortadan kaldıracak ve çiftçinin ürününü en kısa yoldan tüketiciye ulaştırmasını sağlayacak yol ve yöntemleri bir an önce bulmalı ve uygulamalıdır.

Yaptığım sunum kapsamında sorularınız olursa, onları da cevaplamaya çalışacağım.

Beni sabırla dinlediğiniz için sizlere teşekkür eder, saygılarımı sunarım."

,

,

,

Haberle İlgili Fotoğraflar


MUHATAP KURULUŞLAR



Kişisel Verileri Koruma Kanunu - Aydınlatma Metni