Pakistan İşçi Sendikaları Federasyonu’nun saygıdeğer Başkanı ve Yöneticileri,
Sayın Büyükelçim,
Kıymetli konuklar…
Hepinizi; şahsım, sendikam Öz Orman-İş’in üyeleri, Türk emekçileri ve 82 milyonluk Türk Halkı adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer konuklar…
Sözlerime, Türkiye ile Pakistan’ın, dünya ülkeleri arasında nadiren görülebilen samimi dostluğuna atıf yaparak başlamak istiyorum.
Ülkem Türkiye ile konuğu olmaktan onur duyduğum Pakistan, çıkar ilişkilerini gözetmeyen, hakiki bir dostluğa sahip iki büyük ülkedir.
Elbette bu kıymetli dostluğun tarihî temelleri bulunmaktadır.
Tarih kayıtlarına göre; Türkler ile Pakistan coğrafyasının ilişki geçmişi, 10’uncu yüzyıla kadar uzanmaktadır.
Bin yıl geriye giden bu dostane ilişkiler;
İngilizlerin 19’uncu Yüzyıl ortalarından itibaren Hint alt kıtasına hâkim olması, Türkiye ile Pakistan coğrafyası arasındaki ilişkilerin gelişmesini yavaşlatmış olsa da, kardeş Pakistan’ın 14 Ağustos 1947’de bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, ilişkilerimiz hızla gelişmiştir.
Burada önemli bir hususu da anmak istiyorum.
Anadolu Türkleri olarak bizim ülkemiz de Birinci Dünya Savaşı sonunda, 1919’dan itibaren Batılı emperyalistlerin işgaline uğradı.
Bu işgale karşı, 1919 ile 1922 yılları arasında büyük bir Kurtuluş Savaşı verdik.
Bu mücadelemiz sırasında, o dönemdeki tanımlamasıyla ‘Hindistan Müslümanları’ kendi aralarında bağış toplamak suretiyle, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na büyük yardımlarda bulunmuşlardı.
O zaman ‘Hindistan Müslümanları’ diye tanımlanan kardeşlerimizin büyük çoğunluğunun, bugün kardeş Pakistan halkını oluşturduğunun farkındayız.
6 ayrı seferde toplanıp Anadolu’ya gönderilen bu paraların toplanmasında, Pakistan Bağımsızlık Mücadelesinin önderi Muhammed Ali Cinnah ile Gazi Nazrul İslam’ın büyük gayretleri olmuştu.
Bu vesileyle ben, Türk Milleti adına, kardeş Pakistan halkına bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Bu arada, Muhammet Ali Cinnah ile Türk Kurtuluş Savaşının öncü kahramanı Mustafa Kemal Atatürk arasında önemli benzerlikler ve manevî bağlar bulunduğunu biliyoruz.
Muhammet Ali Cinnah’ın Atatürk’le ilgili söylediği şu sözler de bu manevî bağı teyit etmektedir:
“İki büyük Müslüman tanıdım. Biri bu dini vaz'eden Hz. Muhammed (SAV), diğeri ise bu mukaddes dini hurafelerden kurtaran kaidi azam (Büyük Kumandan) Mustafa Kemal Paşa'dır...”
Cinnah ile Atatürk arasındaki manevî bağı ve dünyaya bakış benzerliklerini, Türkiye’nin millî şairi Mehmet Akif Ersoy ile Pakistan’ın millî şairi Muhammed İkbal arasında da görebiliriz.
1873’te dünyaya gelen Mehmet Akif ile 1877’de doğan Muhammet İkbal, aynı çağın şairleridir.
Her ikisi de, içinde yaşadıkları halklar için ‘millî şair’ kimliği taşımıştır.
Her ikisi de, hayatlarının ve sanatlarının merkezine ‘Müslümanlığı’ yerleştirmiştir.
Her ikisi de, Ümmet-i Muhammed’in dertleriyle dertlenmiştir.
Akif’in, bir arkadaşına gönderdiği mektupta, İkbal’den; ‘Hakikat yaman bir şair’ ve ‘Mürşidim’ diye bahsetmesi ve büyük eseri ‘Safahat’ın bir takımını imzalayarak İkbal’e göndermesi, aradaki dostluğun ve sevginin nişanesidir.
Ülkelerimiz ve haklarımız arasındaki sağlam kardeşlik bağlarının bu denli güçlü olmasında, ortak Müslümanlık anlayışımızın yanısıra, benzer mücadeleleri vermiş olmamızın da payı olduğuna inanıyorum.
Türkiye-Pakistan ilişkileri, yakın tarihte de gelişmesini sürdürmüştür.
Bildiğiniz gibi Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinde hain bir darbe-işgal girişimine maruz kaldı.
Batılı emperyalistlerin içimizden devşirdiği FETÖ’cü hainler, Türk Halkının meşru oylarıyla seçilmiş Hükümete ve Cumhurbaşkanına karşı darbe yapmaya kalkıştı.
Darbe teşebbüsü, aynı zamanda Türkiye’yi işgal etmeyi ve iç savaş çıkarmayı amaçlıyordu.
Bu hain girişim karşısında, Türk liderlerini ilk arayan ve demokrasimize sahip çıkanlar, Pakistanlı liderler olmuştur.
Pakistan Parlamentosu, 15 Temmuz’daki Türk halkının demokratik direnişine destek kararı alan dünyadaki tek parlamento olmuş ve bu kararını da oybirliğiyle kabul etmiştir.
Ayrıca Türkiye’ye destek amacıyla, Pakistanlı kardeşlerimiz ülkenin dört bir yanında mitingler ve gösteriler düzenlemiştir.
Pakistan Hükümetinin, ülkedeki FETÖ varlığını temizlemek için büyük gayret gösterdiğini de biliyoruz.
Pakistan ve Türkiye; merhum Başbakanımız, Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığı döneminde kurulmasına öncülük ettiği, Gelişen Sekiz Ülke (D-8) Teşkilatı’nın iki önemli üyesidir.
15 Haziran 1997’de kurulan D-8 Teşkilatı, 9. Zirve toplantısını 20 Ekim 2017’de Türkiye’de yapmıştır.
Yine iki kardeş ülkenin İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesindeki yakın mesaisi devam etmektedir.
Türkiye ve Pakistan’ın tüm uluslararası zeminlerde birlikte hareket ediyor olması, geleceğe dönük umutlarımızı daha da artırmaktadır.
Bugün gelinen noktada, ekonomik ve ticarî ilişkilerimiz gelişirken, savunma sanayisinde de birçok ortak çalışmamız mevcuttur.
Değerli katılımcılar…
Sözlerimin bu noktasında, ülkemin ekonomisine ve çalışma hayatına dair kısa bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Türkiye’nin gayrisafi millî hasılası, 1 trilyon Amerikan Doları civarındadır.
Ekonomimiz; hem tarımda, hem sanayide ve hem de hizmetler alanında hızla gelişmektedir.
Gelinen noktada kişi başına millî gelirimiz, 10 bin doların üzerine çıkmıştır.
82 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 61 milyonu, 15 yaş üzerindeki ‘aktif nüfus’tur.
Aktif nüfusun 32.3 milyonu, yani yüzde 53’ü işgücüne katılmıştır.
İşgücüne katılan nüfusun 28.3 milyonu istihdam edilmektedir.
Son istatistiklere göre, işsizlik oranımız yüzde 11.5 civarındadır.
Türk ekonomisi, geride kalan 9-10 aylık dönemde, emperyalist ülkelerin ağır ekonomik saldırılarına rağmen, işsizlik oranını 1-2 puanlık artışla frenlemeyi başarmıştır.
Edindiğim bilgilere göre, kardeş ülke Pakistan da, Batılı emperyalistlerin benzer saldırılarına maruz kalmaktadır.
İnanıyorum ki, bu tür saldırılar uzun vadede sürdürülemez.
Çünkü bize yaptıkları saldırıların, kendileri için de bir maliyeti var.
Dolayısıyla, halklarımız ve devletlerimizle birlikte sağlam ve dik durmayı başarırsak, bir süre sonra bize olan saldırıların sonlanacağına inanıyorum.
Kıymetli dostlar…
Ekonomi ve istihdam rakamlarından bahsetmişken, ülkemiz sendikacılığı hakkında de birkaç cümle söylemek istiyorum:
Türkiye, özgür ve rekabetçi sendika modelini benimsemiştir.
Ülkemiz emekçilerinin çalıştıkları sektörler, 20 ayrı işkolu şeklinde düzenlenmiştir.
Bir sendika, hangi işkolunda kurulduysa, o işkolunda çalışan işçileri üye yapabilir.
İşçiler, işkolundaki istediği sendikaya üye olmakta veya olmamakta özgürdür.
Bugün ülkemdeki işçilerin sendikalaşma oranının yüzde 14 civarındadır.
Sendikalaşma oranının düşük olması, uygulamadaki işveren kaynaklı engellerin yanısıra, işletmelerin çoğunlukla küçük ölçekli olmasıyla da ilgilidir.
Ayrıca bu oranların, AB ülkeleriyle de paralellik gösterdiğini söyleyebiliriz.
Sevgili dostlar…
Bizler, sivil toplumun temsilcileriyiz.
Ülkelerimiz arasındaki ekonomik ve siyasî ilişkiler gelişirken, sivil toplum ilişkilerinin bu gelişmenin dışında kalması düşünülemez.
Türk sendikaları olarak, Pakistan’daki kardeş kuruluşlarla olan ilişkilerimizi geliştirmeye özen gösteriyoruz.
Bu noktada, Pakistan İşçi Sendikaları Federasyonu’nun yöneticileri olan değerli dostlarımızla, karşılıklı anlayış içinde ilişkilerimizi geliştirmekteyiz.
2 yıl önce Ankara’da, ‘15 Temmuz Darbe-İşgal Girişimi / Küresel Satranç’ adıyla bir Uluslararası Demokrasi Kongresi düzenledik.
Sözkonusu kongreyle; Türk Ordusu içine sızmış, Batı kuklası FETÖ teröristlerinin Türkiye’ye ve Türk Milletine karşı yapmak istediği darbe-işgal girişimini tüm dünyadaki sendikalara ve diğer sivil toplum örgütlerine anlatmak istedik.
Bu kongreye, Pakistan’dan çok sayıda sendikacı dostumuzun katılması, bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir.
Ben bu vesileyle, Uluslararası Demokrasi Kongremizi onurlandıran Pakistanlı dostlarımıza bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Sırası gelmişken, bir hususun altını çizmek istiyorum:
Her şeyden önce sendikalar, toplumların erken uyarı sistemleridir.
Bizler siyasetin ve siyasetçinin alternatifi değiliz.
Fakat temsil ettiğimiz toplum kesimlerinin sorunlarını, taleplerini ve beklentilerini, en üst düzeyde dile getirmek gibi bir işleve sahibiz.
Ülke yönetimindeki karar vericiler, bizlerin uyarılarını dikkate aldıklarında, ortaya çıkabilecek toplumsal sorunları önceden giderme fırsatını bulabilirler.
Diğer taraftan, emeğin temsilcisi olan sendikalar, aynı zamanda ülkeler arasında birer sivil köprüdür.
Sendikalar olarak, toplumlarımız ve devletlerimiz arasındaki münasebetlerin gelişmesinde olumlu ve yapıcı roller üstlenebiliriz.
Bizler buna talibiz.
Belirtmem gereken bir diğer husus da şudur:
Küreselleşme çağında yaşıyoruz.
Bu çağın nimetlerinden en çok yararlanan, sermaye kesimidir.
Bir diğer ifadeyle, sermaye; uluslararası sınır tanımamakta, kendisi için en avantajlı bulduğu ülkelere akmaktadır.
Uluslararası sermaye, bir yandan kendi içinde rekabet ediyormuş gibi bir izlenim verirken, diğer yandan büyük bir dayanışma içerisindedir.
Buna karşılık, emek kesiminin de kendi içinde uluslararası dayanışmaya gitmesi kaçınılmazdır.
Aksi halde, sermayenin emek karşısındaki ‘küresel avantaj’ arayışlarına karşı, emeğin hakkını korumada yeterince etkili olamayız.
Bu gerçekten hareketle, Öz Orman-İş Sendikası ve bağlı olduğumuz Hak-İş Konfederasyonu olarak, ikili ve çoklu uluslararası ilişkilerimizi geliştirmeye özen göstermekteyiz.
Kardeş ülke Pakistan’a ve buradaki kıymetli sendikacı dostlarımıza yaptığımız bu ziyaretin, ilişkilerimizin gelişmesine katkı yapacağını umuyorum.
Bizlere göstermiş olduğunuz sıcak ve samimi konukseverliğe teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle, sizlere kalbî muhabbetlerimi ve saygılarımı sunuyorum.