ANASAYFA / Başkandan Haberler / 4. Olağan Genel Kurul Konuşması
4. Olağan Genel Kurul Konuşması
ÖZ ORMAN-İŞ BASIN MÜŞAVİRLİĞİ - 15.11.2019 05:18

4. Olağan Genel Kurul Konuşması

15.11.2019 05:18

Sayın Divan,

Sayın Bakanım,

Sayın Onursal Genel Başkanım,

Konfederasyonumuzun Değerli Genel Başkanı,

Saygıdeğer Milletvekilleri…

 

Arnavutluk’tan, Azerbaycan’dan, Belarus’tan, Cezayir’den, Demokratik Kongo’dan, Fas’tan, Fildişi Sahilleri’nden, Gambiya’dan, İngiltere’den, İspanya’dan, Kamerun’dan, Kazakistan’dan, Kırgızistan’dan, Kosova’dan, Macaristan’dan, Moldova’dan, Pakistan’dan, Romanya’dan, Rusya’dan, Somali’den, Tacikistan’dan, Ukrayna’dan ve Uganda’dan gelerek, bu genel kurulumuzu onurlandıran kıymetli dostlarım…

 

Kardeş sendikalarımızın değerli yöneticileri,

Saygıdeğer bürokratlar,

Kıymetli misafirler,

Medyamızın değerli temsilcileri,

Hanımefendiler, beyefendiler…

Sevgili mesai arkadaşlarım,

Ülkemizin dört bir köşesinden gelen kıymetli delege arkadaşlarım…

Dördüncü Olağan Genel Kurulumuza hoşgeldiniz…

Sizleri, şahsım ve teşkilatım adına,  saygıyla selamlıyorum.

 

Değerli katılımcılar…

 

Sendikamız; işkolumuzun en büyük sendikasıdır.

İşkolundaki sendikalı işçilerimizin yüzde 69’u bizim üyemizdir.

Bu gerçeklik bize, ilave sorumluluklar yüklemektedir.

 

İzninizle, biraz geriye gidip, hafızalarımızı tazelemek; bugünlere nasıl geldiğimizi hatırlatmak istiyorum.

Geçmişte, orman emekçilerimiz, yıllarca kadrosuz çalıştılar…

Bırakın 6 ay çalışmayı, senede 15 gün dahi işbaşı yapabilmek için, keyfi uygulamalara katlanmak zorunda kaldılar.

Yılda 4 ay çalışamadıkları için, sağlık sigortasından bile yararlanamadılar.

Dağ başında, 7 gün 24 saat çalışıp, fazla mesai alamadılar.

Hem Orman, hem TİGEM işçilerimiz, kamuda en düşük ücreti alıyorlardı.

 

Orman emekçilerimiz, 2004’ten itibaren sendikamız bünyesinde örgütlendikten sonra,

bu olumsuz tablo hızla değişti.

Bugüne kadar, Orman işçilerimiz için 6 dönem Toplu İş Sözleşmesi imzaladık.

7. Dönem Sözleşme müzakerelerimiz devam ediyor.

TİGEM işçilerimiz için de 3 dönem Toplu İş Sözleşmesi imzaladık.

4. Dönem Sözleşme müzakerelerimiz halen sürüyor.

 

İmzaladığımız her sözleşmeyle, üyelerimiz için yeni haklar elde ettik.

Ücretlerini, yan ödemelerini, sosyal haklarını ve çalışma şartlarını iyileştirdik.

Yangın kuleleri ve ekip binalarında, insanî şartların iyileşmesini sağladık.

Üyelerimizin; mesai düzeninden ulaşım imkânlarına, izin haklarından yemeklerine kadar, ileri haklar elde ettik.

Hamdolsun bugün, Orman ve TİGEM emekçilerimizin ücreti, kamuda ön sıralardadır.

 

Bu güzel noktaya ulaşırken, Hükümetimizle, işverenlerimizle ve işveren sendikamızla, karşılıklı anlayış içinde olduk; fakat sıkı bir pazarlık süreci yürüttük.

 

Değerli arkadaşlarım…

 

Mücadelemizin önemli bir kısmını, geçici işçilerimize kadro alma çabalarımız oluşturdu.

Bu mücadelemizde; Konfederasyonumuz Hak-İş ve o dönemki Genel Başkanı Sayın Salim Uslu’nun büyük gayret ve desteklerini gördük.

2007 yılında, 13 bini aşkın orman emekçimizin kadro almasını sağladık.

Fakat, Orman Teşkilatında norm kadro uygulaması bulunmuyor.

İşçilerimiz emekli oldukça, kadroları da iptal oluyor.

2017’ye geldiğimizde, kadrosuz işçi sayımız 8 bini aştı.

O yüzden, geçici işçilerimize kadro alma mücadelemiz hiç bitmedi.

Partilerin il başkanlarından, milletvekillerine ilgili bakanlardan, Başbakana…

Hatta Sayın Cumhurbaşkanımıza kadar…

Kapısını çalmadık kimse bırakmadık.

Muhataplarımıza, 54 kez dosya verdik.

Haklı ve makul taleplerimizi, her zaman ve her zeminde dile getirdik.

Nihayet, 2 Mart 2017’de, Ankara’da yaptığımız Uluslararası Demokrasi Kongresi’nde, o zamanki Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım’a, derdimizi bir kez daha anlattık.

Sağolsun, kendileri, hem taşeron işçilerimizin, hem de geçici işçilerimizin beklentisine, orada karşılık verdi.

Neticede, 1 milyona yakın taşeron işçimiz kamuya geçti.

Yılda 5 ay 29 gün çalıştırılan geçici orman işçilerimizin çalışma süresi de 9 ay 29 güne uzatıldı.

 

Bu 4 aylık süre uzatımı, üyelerimiz için önemli bir kazanımdır.

Fakat olması gereken, Orman Genel Müdürlüğüne norm kadro verilmesidir.

Emeklilik ve diğer sebeplerle boşalan kadrolar, yeni işçiyle doldurulmalıdır.

Böylelikle, Orman Genel Müdürlüğündeki işgücü açığı kapanacaktır.

 

Kıymetli misafirler…

 

Mensubu olmakla onur duyduğumuz Hak-İş Konfederasyonu ve bağlı sendikalar, emek mücadelesini belli ilkeler üzerinden yürütmektedir.

 

Şubelerimiz ve temsilciliklerimizle, ülkemizin her köşesinde, üyelerimizin yanındayız.

Bu yönümüzle yereliz.

Temsil ettiğimiz emeğin hakkını, ülkemiz boyutunda ararken; bu toprakların sorunlarına da kafa yoruyoruz.

Bu yönümüzle millîyiz.

Uluslararası emek kuruluşları nezdinde faaliyet gösteriyoruz.

Farklı ülkelerdeki, dengimiz olan sendikalarla işbirliğini geliştiriyoruz.

Bu yönümüz ise; evrensel niteliğimizi göstermektedir.

 

Biz, emek mücadelemizi bilgi üzerine inşa ediyoruz.

Üyelerimizin hakkını diyalog ve müzakereyle arıyoruz.

Üretimden gelen gücümüzü kullanmak ise; en son çaredir.

Biz, sendikacılığı ‘ücret pazarlığı’ndan ibaret görmüyoruz.

Tabii ki, ekonomik kazanımlar önemlidir; fakat tek amaç değildir.

Bizim için esas olan, ‘hizmet sendikacılığı’dır.

 

Kuruluşumuzdan bugüne kadar, üyelerimiz için birçok yeni hizmet ürettik.

‘İlk’lere imza attık.

 

Geçmiş 8 yılda, üyelerimizin geniş katılımıyla, çok sayıda eğitim semineri yaptık.

10 binden fazla üyemize eğitim verdik.

Bu eğitimlerde;

  • İş Sağlığı ve Güvenliği,
  • Çalışma Hayatı Mevzuatı,
  • Sosyal Güvenlik Mevzuatı,
  • Sendikacılık, Toplu İş Sözleşmesi ve Uygulamaları,
  • İlk Yardım,
  • Doğa ve Çevrenin Korunması,
  • Liderlik ve Etkili İletişim dersleri verdik.

Üyelerimizin ekonomik refahının yanısıra, kültürel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamayı da hedefledik.

 

İyi günlerde olduğu gibi, zor günlerde de üyelerimizin yanındayız.

Son 8 yıldır, istisnasız tüm üyelerimize, 25 bin TL bedelli Ferdi Kaza Sigortası yapıyoruz.

Bu hizmeti gerçekleştiren ‘ilk sendika’ olmanın onurunu taşıyoruz.

Bugüne kadar 63 üyemizi, Ferdi Kaza Sigortası kapsamına giren nedenlerle kaybettik.

Merhum üyelerimizin tamamının sigorta tazminatlarını ödedik.

 

Bu vesileyle merhum üyelerimize Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine de başsağlığı diliyorum.

 

Yazılımı kendimize ait olan Sendika Otomasyon Sistemimizi daha da geliştirdik…

Bu sistem, iş akışını hızlandırdığı gibi, yapılan iş ve işlemlerin hata oranını en aza indirmiştir.

 

Yangın, sel, deprem gibi afetlere uğrayan üyelerimizi de yalnız bırakmadık.

Duruma göre; nakdî veya aynî yardımda bulunduk.

Üyelerimizin ‘gülen yüzü ve ağlayan gözü’ olmayı ilke edindik.

 

Hacıbayram semtindeki, tarihî Ankara konaklarından birini, misafirhane olarak üyelerimizin hizmetine sunduk.

 

Bizi en fazla uğraştıran konulardan biri, ‘Yevmiye Tespiti’ sorunu oldu.

Bu, 1990’lardan bu yana gelen, 25 yıllık bir sorundu.

Eski sendikanın, imzaladığı sözleşmelerin uygulanmasını takip etmemesi yüzünden, binlerce işçimizin ücreti yanlış hesaplanmıştı.

Üyelerimizi mahkeme kapılarında süründürmemek ve işverenle kavgalı duruma düşürmemek için, konuya müdahil olduk.

Orman Genel Müdürlüğümüzle ortak bir komisyon kurduk.

20 bini aşkın üyemizin, geriye dönük ücretlerini hesapladık.

 

Ücreti eksik ödenmiş üyelerimizin, fark alacaklarının ödenmesini sağladık.

Fazla ücret almış üyelerimizi ise; herhangi borç ödemek zorunda bırakmadan, sorunu çözdük.

 

Kıymetli misafirler…

 

İzninizle, dünyamızda yaşananlara kısaca değinmek istiyorum.

Yerküre üzerinde, acımasız ve adaletsiz bir sistem hüküm sürmektedir.

Dünyanın nimetleri, ülkeler arasında, adil ve dengeli paylaşılmıyor.

Gelişmiş ülkelerin, dünya kaynaklarından aldığı pay giderek artarken; yoksul ülkelerin payı azalıyor.

 

Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası verilerine göre;

  • Dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun yarısını oluşturan 3.6 milyar insanın mal varlığına eşittir.
  • En zengin 10 ülkenin geliri, en fakir 10 ülkenin gelirinin tam 77 katıdır.

 

Artık dünyamız, GELİŞMİŞ ülkeler ile GELİŞMEMİŞ ülkeler arasındaki gelir adaletsizliğini taşıyamaz hale geldi.

 

Diğer taraftan; zengin ülkeler, yoksullar üzerinde, sürekli bir terör ve savaş baskısı oluşturuyor.

Küresel güçlerin tezgâhladığı savaş ve terör belası, maalesef yoksul ülkeleri vuruyor.

 

Oysa bilmeliler ki; Dünyanın dörtte üçü aç, sefil ve perişan ise, geri kalan zengin azınlığın da rahat ve huzuru olamaz.

İşte görüyoruz; zulümlerin faturası, birer tabut olarak, Akdeniz üzerinden Avrupa’ya yöneliyor.

Bu tabutlarda sadece mülteci cesetleri yok.

Bu tabutlarda Birleşmiş Milletler var, ABD var, AB ve Avrupa değerleri var.

Bu tabutlarda, tükenen evrensel vicdan ve insanlık var.

 

Kıymetli katılımcılar…

 

Batılı ülkeler, yıllardır ‘değerler’ üzerinden, diğer ülkelere baskı yapmaya çalıştılar.

Onlar, tüm dünyaya;

  • Demokrasi,
  • Hukuk devleti,
  • Eşitlik,
  • Adil gelir paylaşımı,
  • İnsan hakları,
  • Fikir ve inanç özgürlüğü, diye, yüksek değerler propagandası yaptılar.

 

Oysa, son 30 yıldır dünyada yaşananlar, bu değerler konusunda Batılı ülkelerin sınıfta kaldığını gösterdi.

1990’da Kuveyt’in işgali gerekçesiyle, Irak’a yapılan ABD saldırısıyla, yüzbinlerce insan öldü.

Binlerce insan işkencelerden geçirildi.

Bosna-Hersek’te, 1992-1995 yılları arasında 250 bin Müslüman Boşnak, göz göre göre katledildi.

 

Ne yazık ki, “Bir damla kan, bir damla petrol” politikası, bütün bu değerleri yerle bir etti.

11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere bir saldırı düzenlendi.

Saldırı, ABD’deki bir iç çatışmanın ürünüydü.

Olayın yönü değiştirildi ve bizzat ABD Başkanı baba Bush’un dilinden şu cümleler döküldü:

“Yeni bir Haçlı Seferi başlatıyoruz.”

 

Hiçbir ülkeden, en küçük bir itiraz gelmedi.

Ne yazık ki, Afganistan ve Irak’a yapılan orantısız saldırılar sonucu, en az 3 milyon sivil hayatını kaybetti.

Evrensel değerler hiçbir ülkenin aklına gelmedi.

2010’da başlayan Arap Baharı, Batılıların müdahalesiyle Arap Kışına döndürüldü.

 

Hiç kimse, “Demokrasi yok edildi.” demedi.

 

Suriye’deki demokrasi ve adalet arayışı, küresel güçlerin, ‘DEAŞ maymuncuğu’ üzerinden yaptığı müdahaleyle, 8 senedir dinmeyen bir acıya dönüştü.

 

Terörle mücadele için Suriye’ye müdahale ettiği iddiasındaki ülkeler, PKK/PYD terör örgütünü, binlerce TIR silahla donattı.

Terör, politik bir araç olarak kullanıldı.

 

Bütün dünya, olan biteni görmezden geldi.

 

İsrail, kurulduğu günden beri yayılmacı ve işgalci bir politikayla, topraklarını sürekli büyüttü.

Filistinli Müslümanlar, Kudüs ve Gazze’de her gün, dünyanın gözleri önünde katlediliyor.

 

Ucuz ve sözde kınamalardan başka bir şey yapılmıyor, yapılmadı.

Myanmar’daki savunmasız insanlar, sadece Müslüman oldukları için öldürülüyor.

Uygur Türklerine karşı, Çin yönetimince ağır baskılar uygulanıyor.

Evrensel vicdan, yine suskun…

 

Halen Azerbaycan’ın % 20’si Ermenistan’ın işgali altındadır.

Ermeniler; Hocalı’da, kadın-çocuk demeden, savunmasız insanlara büyük bir soykırım uyguladı.

Ermenistan’ı engellemek için kılını kıpırdatmayan Fransa ve İtalya, bir asır önceki bir olayı saptırarak, Türkiye aleyhine soykırım kararı aldı.

Hiç kimsenin, hiçbir ülkenin adalet anlayışı harekete geçmedi.

 

Küresel güçler, Afrika, Güney Amerika ve Asya’daki birçok ülkeyi, savaşlarla, terör ve çatışmalarla, dolar baskısıyla, ekonomik ambargolarla, yaşanmaz hale getiriyor.

 

Gelişmiş ülkeler; diğer ülkelere, ya ‘sömürülecek’, ya da ‘terbiye edilecek’ muamelesi yapmayı kendilerine ‘hak’ görüyor.

Ve ne yazık ki, artık güvenli bir dünyada yaşamıyoruz.

Küresel egemenler; dillerinden düşürmedikleri evrensel değerleri, temel hak ve özgürlükleri, demokrasiyi kendi elleriyle yok ediyor.

Küresel egemenler; demokrasi nimetlerini, diğer ülkelere çok görüyor.

Konsolosluklarında adam doğrayan zalimleri, milyar dolarlık çıkarları karşılığında temize çıkarıyor…

 

Seçilmişlere darbe yaparak, binlerce masumun kanına giren cuntacıları, kırmızı halıyla karşılıyor.

 

Türkiye ve Venezuela gibi ülkelerde, halk iradesiyle seçilmiş liderleri, ‘diktatör’ diye itibarsızlaştırmaya çalışıyor.

 

Türkiye’de darbeye kalkışan bir meczup, Pensilvanya’da, ABD koruması altında tutuluyor.

Yurtdışına kaçan darbeciler, Almanya ve Yunanistan gibi ülkelerce himaye ediliyor.

 

ABD, önüne gelen her ülkeyi, elindeki dolar ve ekonomik-siyasî yaptırım silahıyla ezmeye çalışıyor.

 

Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerinin neredeyse tamamının oylarıyla kabul edilen kararları tanımıyor.

 

Hangi aklı başında insan, bütün bunları demokrasiyle, dünya barışıyla izah edebilir?

 

Çağdaş değerler üzerinden başka ülkeleri eleştiren Avrupa ülkeleri dâhil, tüm dünyada ırkçı hareketler yükseliyor.

 

İslam Dünyası’na karşı önyargılar derinleştiriliyor.

Ve ne yazık ki; ırkçılık, İslam düşmanlığı, Batı basını ve bazı kurumlar tarafından örtülü desteklerle besleniyor.

“İslamî Terör” diye bir tanımlamayla, Müslüman karşıtlığına zemin hazırlanıyor.

Bir Müslümanın karıştığı sokak kavgası bile, ‘İslamî terör’ sınıfına sokuluyor.

Fakat, 77 gencin katili Müslüman değilse, ‘meczup’ sayılıyor.

Kullandığı uçağı kasıtla düşürüp, 150 masumu katleden Alman pilot, psikolojisi bozulmuş muamelesi görüyor.

 

Yeni Zelanda’da, Cuma namazı kılan 51 Müslümanı katledip, bir o kadarını da yaralayan teröristin, dini mensubiyeti sorgulanmıyor.

Mesele, ‘fanatizm’ diye kapatılıyor.

 

Bize göre; Müslüman Terörü, Yahudi Terörü veya Hıristiyan Terörü olmaz.

Terörün dini ve milliyeti olmaz.

Terör terördür.

Tüm dünya ülkelerinden, teröre bu anlayışla bakmasını bekliyoruz.

 

Dünya barışı için…

Uluslararası terörü önlemek için…

İşgalci ve yayılmacı ülkeleri engellemek için…

Daha adil ve güvenli bir dünya için çalışması gereken Birleşmiş Milletler; çarpık ve adaletsiz yapısı yüzünden işlevsizleşiyor.

 

Dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan Müslümanların yanısıra, Afrika ve Güney Amerika ülkeleri de, BM Güvenlik Konseyinde ‘veto hakkıyla’ temsil edilmiyor.

 

İşte böylesi bir ortamda; ‘Dünya beşten büyüktür’ diye haykıran Başkan Erdoğan’ın bu evrensel ve vicdanî çıkışı, bütün mazlum milletler için bir umut oluyor.

 

Saygıdeğer konuklar…

 

Yeryüzündeki haksızlıklarda, mazlum ülkeleri yönetenlerin de vebali var.

Dünya enerji kaynaklarının çoğunu elinde tutan bu ülkeleri yönetenler; ülkelerindeki iç çatışmaları, yoksulluk, adaletsizlik ve demokrasi açığını yok sayabiliyor.

 

Bu coğrafyalarda istikrarsızlık, yoksulluk, yolsuzluk ve çatışmalar; sömürü, kan ve gözyaşı dinmiyor.

 

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye Cumhuriyeti; istikrarlı ve ilkeli politikalarıyla, dünya mazlumlarının umudu, sözcüsü ve evrensel vicdanın temsilcisi olmayı sürdürüyor.

 

Bugün zengin Avrupa ülkeleri, birkaç yüz Suriyeliyi alıp almama kararını referanduma götürürken; Türkiye 4 milyona yakın Suriyeliye, 8 yıldır ev sahipliği yapmaktadır.

 

Nüfusu 6.5 milyon olan Lübnan bile 1 milyondan fazla Suriyeli mülteciyi barındırıyor.

 

Bazı Avrupa Birliği ülkeleri, Akdeniz’de sulara gömülen binlerce mülteci için, kılını kıpırdatmazken…

Hatta, mülteci teknelerini, botlarını batırırken…

Türkiye, mülteciler için, ‘açık kapı’ politikası yürütüyor.

 

Tarih boyunca mazlumlara kucak açan ülkemiz, savaşlardan ve zulümlerden kaçan mülteciler için, bir sığınak ve insanlık adası olagelmiştir.

 

Türk Devleti; 500 yıl önce, İspanya’dan sürülen 250 bin Yahudiye sahip çıktı; yer ve yurt verdi.

 

Geçen yüzyıldan günümüze; Balkanlardan, Kafkaslardan, Rusya’dan, Ortadoğu’dan, Orta Asya ve Afrika’dan göç etmek zorunda kalan milyonlarca mültecinin sığınağı, Türkiye oldu.

 

Tüm bu gerçeklere bakarak, diyoruz ki; Yerküre üzerinde, evrensel vicdan ve adalet misyonuna talip, Türkiye’den başka ülkeleri de görmek istiyoruz.

 

Değerli Konuklar…

 

1959 yılında başlayan Avrupa Birliği maceramız, halen ve umutsuzca devam ediyor.

Türkiye ilk ortaklık protokolunu imzalandığında birkaç üyeden oluşan Birliğin, üye sayısı bugün 28’e ulaştı.

Fakat Türkiye bu ülkeler arasında yok.

Biz, AB sürecini hep destekledik.

Lakin, bu umutsuz yolculuk hepimizi yordu.

Türkiye, Avrupa Birliği üyeliği sürecini, artık gözden geçirmelidir.

 

Saygıdeğer konuklar…

 

Millet olarak, 15 Temmuz 2016’da ağır bir ihanet yaşadık.

 

Türk askeri üniforması içine gizlenmiş hainler, bu ülkeyi işgal etmek amacıyla, darbe girişiminde bulundu.

Türk Milleti, bu vatan hainlerine karşı, topyekûn bir direniş sergiledi.

Anne-babalar, çoluk-çocuklarıyla birlikte, hainlerin bomba yağdırdığı meydanlara koştular.

Çıplak bedenlerini; tanklara, savaş uçaklarına ve ağır silahlara siper ettiler.

Halkımız, 3’ü Hak-İş üyesi olmak üzere, 251 şehit ve 1.193 gazi pahasına, bu işgal girişimini durdurdu.

Vatanına, millî iradesine ve geleceğine sahip çıktı.

Ve 100 yıllık darbeler parantezini kapattı.

 

Öz Orman-İş camiası olarak, bizler de o gece meydanlardaydık.

Tüm üyelerimize; sokağa inme çağrısı yaptık.

Üyemizle birlikte, darbecilerin önüne dikildik.

Başkan Erdoğan liderliğinde, bu hain girişim bertaraf edildikten sonra da, bir ay boyunca, meydanlarda Demokrasi Nöbeti tuttuk.

O süreçte, darbeye ‘darbe’ diyemeyen bazı ülkelerde, gerçekleri tersyüz eden propagandalar yapıldığını gördük.

 

Bunun üzerine, 2-4 Mart 2017 tarihlerinde, ‘15 Temmuz Darbe Girişimi – Küresel Satranç’ adıyla, bir Uluslararası Demokrasi Kongresi düzenledik.

Kongreye, 43 ülkeden 150 sendika ve konfederasyon temsilcisi katıldı.

Kongrenin açılışını, o zamanki Başbakanımız Binali Yıldırım’ın teşrifleri ve 5 bini aşkın orman emekçimizin coşkulu katılımıyla yaptık.

Kongre oturumlarında, çok sayıda akademisyen, politikacı, gazeteci ve sendikacı, 15 Temmuz’da Türk Milletine karşı sergilenen ihaneti dile getirdi.

43 ülkeyi temsil eden konuklarımız, Türk Milletine ve Demokrasisine destek için, ortak bir bildiri yayınladılar.

 

 

Değerli katılımcılar…

 

Ülkemiz, 17 yıldır bir siyasî istikrar yakalamıştır.

2002’den bu yana, güçlü Hükümetlerce yönetiliyoruz.

2013 yılından beri;

  • ‘Müttefik’ saydığımız ülkelerden gelen saldırılara,
  • Suriye’de devam eden yangına,
  • Ve 15 Temmuz hain darbe-işgal girişimlerine rağmen, yolumuza, güçlenerek devam ediyoruz.

 

Küresel güçlerin, Türkiye ve Müslüman coğrafyanın başına bela etmek için kurduğu DAEŞ terör örgütünü, Fırat Kalkanı Harekâtıyla dağıttık.

Güney sınırımız boyunca kurulmak istenen terör devleti rüyasına, Zeytin Dalı Harekâtıyla darbe indirdik.

Sınırlarımız içindeki ve dışındaki teröristleri, yakın tehdit olmaktan çıkardık.

 

Türkiye, binlerce yıllık tarihi olan, insanlığa büyük bir medeniyet hediye etmiş, köklü ve kadim bir devlettir.

100 yıl önce, Anadolu’ya saldıran işgalcilere dersini verdik.

Yedi düvel saldırsa da, teslim olmadık.

Diz çökmedik.

Yalvarmadık.

Yüz yıl önceki dirilişimizle, ülkemizdeki fiilî işgale son verdik.

 

İşte bugün de, ekonomik ve siyasî anlamda, tam bağımsızlık mücadelesi veriyoruz.

Bu mücadele, yalnızca kendi ülkemiz ve vatandaşlarımız için değil; aynı zamanda bütün mazlum milletler adına verdiğimiz bir mücadeledir.

Bu mücadeleden de büyük bir zaferle çıkacağız ve küresel vizyonumuza doğru, hızla yol alacağız.

 

Kıymetli misafirler…

 

Türkiye, 16 Nisan 2017’deki halk oylamasıyla, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçti.

24 Haziran 2018’de, yeni sistemin ilk genel seçimlerini yaptık.

Hem güçlü bir ‘Yürütme’,hem de demokratik bir ‘Yasama’ organı oluşturduk.

Böylece; ‘istikrarsız hükümetler’ dönemi kapanmıştır.

‘Yönetemeyen koalisyonlar’ dönemi tarih olmuştur.

Ülkeye ve millete ağır bedeller ödeten ‘darbe dönemleri’, geçmişin kötü anıları arasına karışmıştır.

31 Mart Yerel Seçimleri de geride kalmıştır.

Bundan sonra, ülkemizi her alanda kalkındıracak, güçlendirecek adımları hızla atmalıyız.

Şimdi, ekonomide yeniden toparlanma zamanıdır.

Enflasyon, yeniden tek haneli rakamlara indirilmelidir.

Yüksek faiz, ülke ekonomisinin düşmanıdır.

Yüksek faiz, yatırımları engeller, işsizliği artırır.

Yüksek faiz, emeği yoksullaştırır.

Türkiye, bir an önce yüksek faiz sorununu çözmelidir.

İşsizliği, yüzde 7’lerin altına indirmeliyiz.

 

Hükümetimiz, istihdam teşvikleri bağlamında büyük adımlar atmıştır.

Artık iş dünyasının, istihdamdan kaçınmak için gerekçesi kalmamıştır.

Dolayısıyla yatırımlara ve istihdama hız verilmelidir.

Teknoloji üreten ve istihdam sağlayan yatırımlara öncelik tanınmalıdır.

 

Kıymetli misafirler…

 

Giderek kirlenen yerküremizde, gıda güvenliği ve temiz suya erişim, ciddi bir önem kazanmıştır.

Bu gerçeklik, tarım ve hayvancılığı, ‘stratejik sektör’ haline getirmiştir.

Son 17 yılda, ülkemiz ekonomisi büyük gelişme gösterdi.

Tarımsal üretimde, önemli artışlar kaydettik.

Bugün tarımsal üretimde dünya 7’ncisi ve Avrupa 1’incisiyiz.

Bununla birlikte, tarım ve hayvancılıktaki gelişmemiz, diğer alanlardaki gelişme düzeyini yakalayamadı.

 

Tarımdaki yapısal sorunlarımızı, henüz tam olarak çözmüş değiliz.

Tarım arazilerimiz çok parçalıdır; parsel büyüklükleri 5 dönüme kadar gerilemiştir.

Sorunu çözmek için başlatılan arazi toplulaştırması, hızla tamamlanmalıdır.

Tarımsal üretimi artırmak için, çiftçimizin üzerindeki maliyet yükleri hafifletilmelidir.

Ülkemizin termal su kaynakları, seracılıkta yaygın şekilde kullanılmalı; böylelikle hem üretim artırılmalı, hem de üretim ve nakliye maliyetleri düşürülmelidir.

Tarladan soframıza uzanan zincirdeki ‘değer üretmeyen’ unsurlar ayıklanmalıdır.

 

Sektördeki kayıtdışılık makul düzeye indirilmeli; özellikle tarım işçilerinin ağır çalışma koşulları iyileştirilmelidir.

 

Üretici birlikleri ve kooperatifler, çiftçimizin ürünlerini doğrudan tüketiciye ulaştırmada, daha etkin bir sorumluluk üstlenmelidir.

Orta vadede Türkiye, endüstriyel tarıma geçmelidir.

 

Diğer taraftan;Küresel ısınma ve çevre sorunları, dünyamızı yaşanmaz hale getirmektedir.

Bu durum, yeryüzündeki yaşam için, ‘orman’ ve ona bağlı doğal kaynakların önemini  tartışmasız kılmaktadır.

Küresel düzeydeki koruma faaliyetleri içinde, ormancılık önemli bir yer tutmaktadır.

Esasen ülkemiz, orman varlığını artıran az sayıdaki ülkelerden biridir.

Gururla söylemek isterim ki; gezegenimizin temiz havasına katkımızdan dolayı, diğer ülkelerden ‘alacaklı’ durumdayız.

 

Huzurlarınızda, orman varlığımıza emek veren değerli kardeşlerime teşekkür ediyorum.

 

Ülkemizin üçte birini kaplayan orman varlığımızı korumak, geliştirmek, ıslah etmek ve yüksek gelir elde etmek için, daha fazla emek harcamalıyız.

Halen orman varlığımızın yarıya yakını, ‘verimsiz orman’ niteliğindedir.

Ayrıca, ormanlarımızın yüzde 96’sından, sosyal ve kültürel olarak yararlanamıyoruz.

Yani, ormana giremiyoruz.

Çünkü, ormanlarımız yeterince bakımlı değildir.

 

Erozyon ve arazi bozulması büyük sorunlarımızdan biridir.

 

Mevcut 19 bin civarındaki işçi sayımız, Orman Genel Müdürlüğü’nün ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır.

Ki, bu işçilerin 5 bini de şoför olarak hizmet vermektedir.

 

Ormanlarımıza daha yoğun ve nitelikli hizmet vermek için, Orman Genel Müdürlüğü’nün binlerce yeni işçiye ihtiyacı vardır.

Bu işgücü açığı, acilen giderilmelidir.

Böylelikle; yangın mevsiminde 7 gün 24 saat çalışma düzeninden, vardiyalı sisteme geçilmelidir.

 

Saygıdeğer misafirler…

 

Ülkemiz çalışanlarının tümünü ilgilendiren asgari ücrette, önemli bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.

Temmuz 2002’de, 116 dolara denk gelen net asgari ücret, bugün 350 doları geçmektedir.

Elbette gelinen noktayı yeterli görmüyoruz.

Bizim asgari ücret meselesindeki temel görüşlerimiz bellidir:

Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısı değiştirilmelidir.

Tüm işçi konfederasyonları, komisyonda temsil edilmelidir.

Asgari Ücret tespitinde, sadece çalışan değil; aile fertleri de dikkate alınmalıdır.

 

Çalışma hayatımızın bir diğer önemli gündem maddesi, Kıdem Tazminatı Fonu meselesidir.

Sendikalı işçilerimiz, Kıdem Tazminatını alabilmektedir.

Fakat, sendikasız işçilerimizin yüzde 85’i kıdem tazminatını alamıyor.

Soru şudur: Sendikalar, milyonlarca sendikasız emekçinin hakkını savunmayacak mı?

Hak-İş olarak bizler, kazanılmış haklarımızdan geriye gitmemek kaydıyla, Kıdem Tazminatı Fonu’nu konuşalım, diyoruz.

 

İşverenler, Kıdem Tazminatı Fonu’na karşı çıkıyor ve yıllık kıdem miktarının bir aydan 15 güne düşürülmesini istiyor.

Büyük işletmeler, kendi bünyesinde Kıdem Fonu oluşturup, bu fonu, kredi gibi kullanıyor.

Küçük işletmeler ise, işçiye kıdem tazminatı vermemenin yollarını arıyor ve buluyor.

 

Dolayısıyla, işverenlerin Kıdem Tazminatı Fonu’na karşı çıkma gerekçelerini anlıyoruz.

Bizim anlayamadığımız; Hak-İş dışındaki emek örgütlerinin, niye Kıdem Tazminatı Fonu’na itiraz ettiğidir.

 

Değerli katılımcılar…

 

TÜİK verilerine göre, istihdamdaki kayıtdışılık oranı, halen, yüzde 32.5 civarındadır.

Yani neredeyse her 3 çalışandan biri kayıtdışıdır.

Tarım sektöründeki kayıtdışılık ise yüzde 80’lerdedir.

Türkiye, büyüme ve istihdamı desteklerken, kayıtdışılığı giderecek politikalar geliştirmelidir.

Kayıtdışılığı, yalnızca cezaî yaptırımlarla önleyemeyiz.

Başta yüksek vergi oranları olmak üzere, istihdam üzerindeki yükler azaltılmalıdır.

 

15 milyon kayıtlı işçinin, yalnızca yüzde 14’ünün sendikalı olduğu bir ekonomide, kayıtdışılık kaçınılmazdır.

Kayıtdışılığın panzehiri, sendikalaşmadır.

Sendika üyeliği, temel bir insan hakkıdır.

Anayasamız ve yasalarımız, sendika hakkını güvence altına almıştır.

Fakat uygulamadaki durum, yasal haklarla örtüşmüyor.

Burada, işverenlerimiz açısından, sorunlu bir zihniyet sözkonusudur.

Çoğu işveren, çalışanın sendika hakkını kabullenemiyor.

Sendika üyesi olan işçilerini, kapı önüne koyuyor.

Bu, çalışma hakkının engellenmesidir.

Bu, alenen bir insan hakkı ihlalidir.

Bu, emeğe saygısızlıktır.

Bu tür ihlaller, para cezasıyla caydırılamaz.

Sendikalaşmayı zorlaştıran, işçi çıkartmayı kolaylaştıran yasalar gözden geçirilmelidir.

 

Buradan, işverenlerimize çağrı yapıyorum:

Lütfen, ‘sendika’ hakkının, ‘teşebbüs özgürlüğü’ kadar meşru ve gerekli olduğu gerçeğini kabul edin.

 

Saygıdeğer konuklar…

 

İş kazaları, maalesef gündemimizden düşmüyor.

2012 yılında, müstakil bir İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çıkarıldı.

Ciddi mevzuat düzenlemeleri yapıldı.

Buna rağmen iş kazalarında;

  • her gün ortalama 4 işçimiz yaşamını yitiriyor
  • 6 emekçimiz sakat kalıyor.

 

Bilimsel verilere göre; iş kazalarının yüzde 98’i önlenebilir niteliktedir.

Tarım ve ormancılık sektörü ne yazık ki, inşaat sektöründen sonra, iş kazaları ve meslek hastalıklarının en fazla yaşandığı sektördür.

Yasaları yapmak yetmiyor; uygulamayı denetlemek gerekiyor.

İşverenlerimiz, iş sağlığı ve güvenliği için alınacak önlemleri, bir ‘maliyet’ gibi görmemeli.

İş kazalarının maddî faturası, bu kazaları önleyecek maliyetin tam 5 katıdır.

Bu konuda, topyekûn bir bilinçlenmeye ihtiyacımız vardır.

 

Toplam istihdam içinde, kadınlarımızın payı, son yıllarda giderek artıyor.

2018 itibarıyla kadınlarımızın işgücüne katılma oranı, yüzde 37.2’ye ulaştı.

Tarım sektöründe bu oran çok daha yüksektir.

 

Çalışan kadınlarımıza olumlu ayrımcılık için yapılan yasal düzenlemeleri destekliyoruz.

Fakat, kadınlarımızın tamamının kamuda çalışmadığını unutmamak gerekiyor.

Özel sektörde çalışan kadınlarımız; kayıtdışı çalışma, çifte bordo ve ücrette eşitsizlik gibi, ciddi sorunlarla karşı karşıyadır.

Hatta bazı işverenler, kadınlarımızdan, çocuk yapmamalarını dahi isteyebiliyor.

 

Bu tablo, görmek istediğimiz bir tablo değildir.

Çalışma hayatına; daha insan merkezli bakmalıyız.

 

Kıymetli Misafirler…

 

Sermaye, ulusal sınırları aşmış, küresel nitelik kazanmıştır.

Bu yüzden, emek mücadelesi de küresel düzeyde yürütülmelidir.

Biz bu bakış açısıyla, uluslararası ilişkilerimizi geliştiriyoruz.

Yalnızca emeğin sorunları için değil; küresel sorunların çözümü için de katkı veriyoruz.

Bu anlamda; Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele sözleşmesine akredite bir kuruluşuz.

Birleşmiş Milletler’in 2013’te Namibya’da gerçekleştirdiği, COP-11 konferansına katıldık.

2015’te ülkemizde yapılan COP-12 konferansında ise, sendika olarak çok sayıda etkinliğe, fiilen imza attık.

Akredite sendika sıfatımızla, birçok ülkedeki sendika ve STK’ları konuk olarak davet ettik.

Bu kuruluşların, sözleşmeye akredite olmalarını sağladık.

 

Konferans kapsamında, münferit ve müşterek, çok sayıda toplantı icra ettik.

Dünya Gıda Örgütü FAO’nun ormancılıkla ilgili çalışmalarına da katkı veriyoruz.

 

Değerli konuklar…

 

Son 25-30 yıldır, sendikacılık, hem dünyada hem de Türkiye’de kan kaybetmektedir.

Bunda; kamunun iktisadî faaliyetlerdeki etkinliğinin azalması, önemli pay sahibidir.

Bir diğer önemli sebep, emeğin, ‘kas gücü’nden, ‘zihin gücü’ne doğru evrilmesidir.

Bu durum; hak arayışının, ‘kitlesel nitelik’ten ‘bireysel niteliğe’ kaymasına yol açmıştır.

Sendikaların bu sürece uygun politikalar üretmedeki yetersizliği, kan kaybını hızlandırmıştır.

 

Emek kuruluşları olarak; sendikacılığa yeni bir ruh, yeni bir ufuk kazandırmak zorundayız.

Aklı ve bilgiyi önceleyen, yeni bir mücadele yolu bulmalıyız.

‘İnsan’, ‘emek’, ‘hak’ ve ‘adalet’ merkezli, kendi değerlerimiz üzerinde yükselen, yeni ve evrensel bir sendikal anlayış inşa etmeliyiz.

 

Sendikacılığa; demokrasi, medeniyet, ahlâk ve vatan sevgisi gibi ‘değerler’ katmalıyız.

Bu değerler, bu toprakların ve bu milletin yabancısı olduğu kavramlar değildir.

Unutmayalım; ahilik ve lonca gibi kurumlar, bizim medeniyetimizin eserleridir.

Ve dünyanın ilk toplu iş sözleşmesi, 253 sene önce, Kütahya’da imzalanmıştır.

 

İşte bu özgüvenle, diyoruz ki; Evet, yapabiliriz.

 

Saygıdeğer konuklar, sevgili emekçiler…

 

Ekmeğimiz, emeğimiz, ücretimiz, çalışma şartlarımız bizim için önemlidir.

Fakat, vatanımız ve özgürlüğümüz VAZGEÇİLMEZİMİZ’dir.

4 yıl önceki Genel Kurulumuzda ifade ettiğim umdelerimizi, bir kez daha tekrarlamak istiyorum:

 

Biz;

  • Sendikacı olmak için sendikacılık yapmıyoruz.
  • Sadece karnımızı doyurmak için işçi değiliz.
  • Daha iyi bir dünya, daha iyi bir Türkiye idealiyle, sendikacılık yapıyoruz.
  • İnsana, emeğe, doğaya ve Türkiye’ye sevdalıyız.
  • Yeni bir medeniyet tasavvuru için yoldayız.

 

Evet…

Bizler; emeğiyle bir medeniyet inşa etmeye çalışan, medeniyet işçileriyiz.

 

Sözlerime, milletimizin manevî hamurunu yoğuran Şeyh Edebalı’nın meşhur öğüdüyle nokta koymak istiyorum:

“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.”

 

Selam olsun!...

Tertemiz alın teriyle rızık kazanan emekçilere!...

 

Selam olsun!...

Ülkemizin ormanına, havasına, suyuna hizmet eden orman emekçilerine!...

 

Selam olsun!...

Emeğini toprakla yoğuran tarım emekçilerine!...

 

Selam olsun!...

Öz Orman-İş’in yiğit emekçilerine…

 

Aramızda bulunmanızdan dolayı sizlere teşekkür ediyor, hepinizi en derin saygı ve muhabbetlerimle selamlıyorum.

MUHATAP KURULUŞLAR



Kişisel Verileri Koruma Kanunu - Aydınlatma Metni